Ana Sayfa |
Kuran-ı Kerim Değişik Dillerde |
İletişim |
Ercan ÇELİK Özgeçmiş |
Günlüklerim |
Ziyaretçi Defteri |
SERA ETKİSİ KARBONDİOKSİT ARTIŞLARI
Marmara Adası Özel Ağaçlandırma
Küresel Isınma Ve Ağaç"Ercan Çelik"
Ziyaretçiler |
Toplam Ziyaretçi : |
911386 |
Bugün Ziyaretçi : |
88 |
Aktif Ziyaretçiler : |
47 |
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK ve DOĞAL HAYAT HAYVANLAR ALEMİ FOTOĞRAFLARI
|
BÜYÜK SELÇUKLU,ANADOLU SELÇUKLU, OSMANLI İMPARATORLUKLARI, Türkiye Türk Silahlı Kuvvetleri |
| BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU,ANADOLU SELÇUKLU İMPARATOLUĞU, OSMANLI İMPARATOLUĞU TÜRKİYE VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ
BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU
ANADOLU SELÇUKLU İMPARATORLUĞU
OSMANLI İMPARATORLUĞU PADİŞAHLARI
TÜRKİYE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ
209 VE 2019=2228 YAŞINDA TÜRK ORDUSU
Tarih boyunca “Ordu-Millet” olarak adlandırılan Türkler; başta Asya Kıtası olmak üzere Avrupa ve Afrika dâhil geniş coğrafyalarda çok sayıda devlet kurmuş, MÖ 209’da kurulduğu kabul edilen ilk düzenli ve disiplinli Türk ordusunun Büyük Hun İmparatorluğu döneminde oluşturulduğu, bu yeni yapıda en büyük birliğin, 10.000 kişiden oluşan tümenler olduğu, tümenlerin binli, yüzlü ve onlu olmak üzere kademeli olarak küçülen birliklere ayrıldığı, söz konusu bu teşkilat yapısının küçük değişikliklerle tarih boyunca bütün Türk devletlerinde varlığını sürdürdüğü görülmektedir.
SON BAYRAK 29Mayıs1936 da kabul edilen ölçüler
BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU
Büyük Selçuklu sultanları, 1029-1157 yılları arasında hüküm sürmüşlerdir. Bu devlete ismini veren Oğuzlar Kınık boyu'dan Selçuk Bey Cend şehrinde kendi devletini kurdu. Karahanlılar ve Samanîler arasındaki hakimiyet mücadelesinde Samanîlerin yanında yer aldı. Bir savaşta ölen oğlu Mikail'in oğulları olan Tuğrul Bey ve Çağrı Beyyanına alarak kendi yetiştirdi. 1007 veya 1009 yılında Cend'de vefat etti. Tuğrul Bey Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucusu ve ilk hükümdarıdır.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu ve Anadolu’nun Fethi
Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Selçuk Sübaşı, Dokak adlı bir beyin oğlu olup, Oğuz Yabguluğu’nun ordu komutanı idi. Daha sonra Oğuz Yabgusu ile bozuşarak Aral Gölü yakınlarındaki Cend şehrine geldi (960). Burada kendisi ve O’na bağlı Oğuzlar Müslümanlığı kabul ettiler. Selçuk Sü-başı, Cend şehrinde 1009 yılında yüz yaşını aşkın iken öldü. Beş oğlu vardı. Bunlar Mikail (oğulları Tuğrul ve Çağrı Beyler Büyük Selçuklu Devleti’ni kuracaklardır), İsrail Arslan Yabgu (torunu Kutlamışoğlu Süleyman Şâh Anadolu Selçuklu Devleti’ni kuracaktır), Musa İnanç Yabgu, Yusuf Yınal Bey ve Yunus Bey’dir.
Selçuk Bey’den sonra Oğuzlar’ın başına geçen Arslan Yabgu, Karahanlılar’la anlaşarak Oğuzlar’ı Horasan’a geçirmek istedi. Tuğrul ve Çağrı Beyler bu anlaşmayı tanımadılar. Gazneli Sultan Mahmud ise Asrlan Yabgu’dan çekindiği için hile ile O’nu ve maiyetini yakalatıp Kalincar Kalesi’ne hapsettirdi (1025). Oğlu Kutlamış buradan kaçıp kurtulduysa da Arslan Yabgu hapiste öldü (1032). Kendisine bağlı Oğuzlar’ın bir kısmı dağılırken diğerleri Tuğrul ve Çağrı Bey’in etrafında toplandılar.
Arslan Yabgu’nun bu şekilde ölümü iki önemli sonucu doğurdu. Bunlardan ilki, Arslan Yabgu’nun bu şekilde tutuklanıp ölümü üzerine bütün Selçuklu soyunda Gazneliler’e karşı büyük bir kinin ortaya çıkması, diğeri ise Oğuzlar’daki liderlik meselesinin Tuğrul ve Çağrı Beyler lehine sonuçlanmasıdır.
Tuğrul ve Çağrı Beyler, amcaları İnanç Musa Yabgu ile birlikte Horasan’a geldiler. Burada 1035 yılında başlattıkları yurt tutma savaşını kazanarak Selçuklu Devleti’nin temelini attılar. Gazneli Sultan Mes’ud, Oğuzlar’ı Horasan’dan çıkarabilmek amacıyla 1039 yılında büyük bir ordu ile Oğuzlar’ın üzerine yürüdü. Tamamen süvari olan Tuğrul ve Çağrı Beyler komutasındaki Oğuz ordusu, Gazneliler’e karşı büyük bir yıpratma savaşına başladılar. Nihayet son darbeyi vurmak üzere Dandanakan denilen yerde Gazne ordusunun karşısına çıkan Selçuklular burada üç günlük bir savaştan sonra büyük bir zafer kazandılar (23/24 Mayıs 1040). Gazne ordusunun bütün ağırlıkları, hazineleri Selçuklular’ın eline geçti. Dandanakan Savaşı’nın olduğu alanda taht kuran Oğuz ileri gelenleri Sultan Tuğrul’u tahta çıkararak O’nu Horasan hükümdarı olarak ilân ve biat ettiler.
Sultan Tuğrul Dönemi (1040-1063)
Dandanakan Savaşı’yla devletini kuran Sultan Tuğrul devrinde doğuda Harezm ülkesi içlerinden batıda Anadolu’da Muradiye, Erciş bölgelerine kadar olan yöre Selçuklular’ın eline geçti. Başlangıçta Nişâbur iken daha sonra başkenti Rey şehrine taşıyan Sultan Tuğrul devrinin en önemli olayı şüphesiz Abbasî Halifesi ile olan ilişkileridir. Sultan Tuğrul, Doğu Anadolu’ya girdiği sırada, Abbasî Halifesi Kaim Bî Emrillah’tan bir mektup aldı. Halife kendisinin Şiî Büveyhoğulları’nın ve Türk asıllı Arslan Besasîrî’nin elinden kurtarılmasını rica ediyordu. Bunun üzerine Bağdat’a yürüyen Tuğrul, Büveyhoğulları Devleti’ni ortadan kaldırdı (1055), Arslan Besasîrî ise Bağdat’tan kaçtı. Sultan Tuğrul bu sırada isyan eden kardeşi İbrahim Yınal’ın isyanını bastırmak üzere İran’a dönmek zorunda kaldı. Fatımîler’den yardım gören Arslan Besasîrî, tekrar Bağdat’ı ele geçirerek burada hutbeyi Fatımî Halifesi adına okuttu (1058). Bu sırada Sultan Tuğrul, İbrahim Yınal isyanını bastırmış ve asi kardeşini yayının kirişi ile boğdurmuştu. Daha sonra tekrar batıya dönen Sultan Tuğrul tekrar Bağdat’a girdi. Arslan Besasîrî yakalanarak öldürüldü. Halifeye büyük saygı gösteren Sultan Tuğrul, O’nu tekrar Bağdat’taki sarayına yerleştirdi (1060). Bundan çok memnun olan Halife Tuğrul’u kılıç kuşatarak, ona “Rükn’üd dünya ve’ddin” (Dünya ve dinin temeli) ve “Kasım emir ül-M’üminin” (Halife’nin ortağı) unvanlarını verdi. Ayrıca Selçuklu soyu ile akrabalık kurdu. Çağrı Bey’in kızı ile evlenen Abbasî Halifesi kendi kızını da Sultan Tuğrul’a verdi. Sultan Tuğrul Halife üzerinde yalnızca dinî görevleri bırakarak siyasî iktidarı kendi üzerinde topladı. Bu tarihten itibaren İslâmiyet’in liderliği tamamen Türkler’in eline geçmiş oldu. Sultan Tuğrul 1063 yılında 70 yaşında iken öldü. Evlâdı olmadığından yerine kardeşi Çağrı Bey’in büyük oğlu Süleyman, Vezir Amid’ül Mülk Kundurî’nin oldu bittisi ile tahta çıkarıldı.
Sultan Alparslan (1063-1072)
Horasan Valisi Alparslan başkent Rey üzerine yürüyerek ağabeyini tahttan indirip kendini Selçuklu Sultanı ilân etti. Vezir Kundurî’yi de azlederek yerine Nizam’ül-Mülk’ü bu makama getirdi. Saltanatının ilk yıllarında Arslan Yabgu’nun oğlu Kutlamış’ın ve kardeşi Kavurt’un isyanları ile uğraştı. Kutlamış Alparslan’la yaptığı savaşı kaybetti, kaçarken düşüp öldü (1064). Daha sonra Sultan Alparslan Gürcistan’ı ve Ermenistan’ı vergiye bağladı. Ani ve Kars’ı zapt etti. Anadolu ve Mısır’a da hâkim olarak denizlere ulaşmak isteyen Sultan Alparslan güneye Dicle boylarına giderek Halep’e kadar egemenliğini kabul ettirdi. Ancak burada iken Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in büyük bir ordu ile üzerine yürüdüğümü öğrendi. Romanos Diogenes Erzurum üzerinden Malazgirt’e gelirken Sultan Alparslan da 50.00 kişilik kuvvetiyle süratle kuzeye yöneldi. Bir yandan elçiler göndererek Bizans İmparatoru’na sulh teklifinde bulunan Sultan Alparslan’ın bu tutumu Bizans İmparatoru’nda Sultan’ın kendisinden korktuğu kanaatini uyandırmıştı. Her iki ordu 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt Ovası’nda karşılaştılar. Bu sırada Bizans ordusundaki ücretli Peçenek ve Uzlar soydaşları Selçuklular tarafına geçtiler. Taktik gereği geri çekilen Sultan Alparslan, Bizans İmparatoru’nu üzerine çekerek ordugâhından hayli uzaklaştırdı. Durumu çok geç fark eden İmparator geri çekilme emri verdiyse de artık geç kalmıştı. Dört bir yandan Bizans ordusunu kuşatan Türkler akşama doğru koca Bizans ordusunu yok edercesine yendiler. İmparator Romanos Diogenes ve maiyeti esir düştü. Sultan Alparslan, esir imparatora bir misafir muamelesi yaptı. Romanos Diogenes’in Bizans’taki bütün Türk esirlerini serbest bırakması, büyük bir kurtuluş parası vermesi, her yıl vergi vermesi şartıyla barış yaparak memleketine gönderdi. Ancak Bizans’a dönen İmparator gözleri kör edilerek hapse atılmış ve bu antlaşma böylece uygulama alanı bulamamıştı. Malazgirt Savaşı ile yurt arayan büyük Türk nüfusuna Anadolu’nun kapısı açılmış oldu. Avrupa’da büyük akisler uyandıran bu savaş Haçlı sefelerinin hazırlanması konusunda da Avrupa için bir uyarı oldu.
Daha sonra Maveraünnehir bölgesine sefere çıkan Sultan Alparslan, ele geçirdiği Yusuf adlı bir kale komutanı tarafından hançerlenerek şehit oldu (1072), yerine oğlu Melikşâh Selçuklu tahtına geçti.
Sultan Melikşâh Dönemi (1072-1092)
Saltanatının ilk yıllarında, Sultan Alparslan zamanında da iki defa isyan etmiş ve affedilmiş olan amcası Kavurt tekrar isyan etti. Bu isyan bastırılarak Kavurt yayının kirişiyle boğdurularak idam olundu. Karahanlılar ülkesine yürüyen Melikşâh Semerakant’a kadar olan bölgeyi ele geçirdi. Her iki hanedanın arasında akrabalık kuruldu. Gazneliler de aynı akıbete uğradılar ve Melikşâh’ın yüksek hâkimiyetini kabul etmek zorunda kaldılar. Kutlamış’ın oğlu Süleyman Şâh’ı Anadolu’ya göndererek O’nu bu ülkeye emîr olarak atadı. Kutlamış-oğlu Süleyman Şâh kısa zamanda baştan başa bütün Anadolu’yu ele geçirdi. İzmit başkent olmak üzere (1077) Anadolu Selçuklu Hanedanı’nın temelini attı. Melikşâh zamanında Selçuklu İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştı. Doğuda Seyhun Nehri ve Tanrı Dağları’ndan batıda Akdeniz ve Boğazlar’a, kuzeyde Kafkas Dağları’ndan güneyde Hint Denizi’ne kadar ulaşılmıştı. Melikşâh döneminin en önemli iç olaylarından birisi de Hasan Sabbah’ın lderi olduğu Batınî hareketidir. Hasan Sabbah, Alamut Kalesi’nde kurduğu yalancı cenneti ile bir tarikat kurmuş, tarikatına mensup fedailerle birçok Türk ve Müslüman ileri gelenlerine karşı suikastlar düzenlemeye başlamıştı. Saltanatının son yıllarında Batınîler’le uğraşan Sultan Melikşâh 38 yaşında iken zehirlenerek öldü (1092).
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Parçalanması
Sultan Melikşâh’ın ölümünden kısa bir süre sonra Vezir Nizam’ül-Mülk de Batınîler tarafından öldürüldü. Şeklen Irak ve Horasan’daki Büyük Selçuklu Sultanları’na bağlı olmak üzere Kirman Selçukluları, Suriye Selçukluları ve Anadolu Selçukluları olarak İmparatorluk parçalandı. Melikşâh’tan sonra yerine 5 yaşındaki oğlu Mahmud tahta çıkarıldıysa da Berkyaruk onu tanımadı. Berkyaruk da 1104 yılında öldü. Yerine kardeşi Muhammed Tapar (1105-1118) Isfahan’da tahta çıktı. Tapar’dan sonra Selçuklu Devleti’nin son büyük hükümdarı Sultan Sançar (1118-1157) tahta çıktı. Gurlular’ı, Karahanlılar’ı, Harezmşahlar’ı tekrar vergiye bağladı. Halifenin siyasî gücü ele geçirme çabalarına tekrar son verdi, O’na yalnızca dinî görevleri bıraktı. Ancak Karahıtaylar’a 1141’de Katvan’da yenildi. Bu yenilgi Sultan Sançar için bir dönüm noktası oldu ve bir daha toplanamadı. 1153 yılında ayaklana göçebe Oğuzlar’a tutsak oldu. Üç yıllık esaretten sonra kurtarılan Sultan Sançar 1157 yılında 72 yaşında iken öldü.
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ;
Anadolu Selçuklu sultanları listesi, 1060-1308 yılları arasında hüküm sürmüş olan Anadolu Selçuklu Devletisultanlarının listesidir.
Sultanlar
· Kutalmışoğlu Süleyman Şah (1077-1086)
· Ebu'l-Kasım (1086-1092, Fetret Devri)
· I. Kılıç Arslan (1092-1107)
· Şahinşah (1107-1116)
· I. Rükneddin Mesud (1116-1156)
· II. Kılıç Arslan (1156-1192)
· I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1196)
· Rükneddîn Süleyman Şah (1196-1204)
· III. Kılıç Arslan (1204-1205)
· I. Gıyaseddin Keyhüsrev (ikinci defa) (1205-1211)
· I. İzzeddin Keykavus (1211-1220)
· I. Alaeddin Keykubad (1220-1237)
· II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246)
· II. İzzeddin Keykavus (1246-1260)
· Rükneddîn Kılıç Arslan (1248-1265)
· II. Alaeddin Keykubad (1249-1257)
· III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1265-1282)
· II. Gıyaseddin Mesud (1282-1284)
· III. Alaeddin Keykubad (1284)
· II. Gıyaseddin Mesud (ikinci defa) (1284-1293)
· III. Alaeddin Keykubad (ikinci defa) (1293-1294)
· II. Gıyaseddin Mesud (üçüncü defa) (1294-1301)
· III. Alaeddin Keykubad (üçüncü defa) (1301-1303)
· II. Gıyaseddin Mesud (dördüncü defa) (1303-1308)
|
|
OSMANLI İMPARATORLUĞU ;
OSMANLI İMPARATORLUĞU PADİŞAHLARI
OSMANLI İMPARATORLUĞU BAYRAKLARI;
1884 ÖNCESİ OSMANLI BAYARAĞI
1884 SONRASI OSMANLI BAYRAĞI
Türk Bayrağının Tarihi
Türk bayrağının tarihi hakkında oldukça fazla rivayet bulunmaktadır. Kimileri Türk bayrağının tarihinin 1. Kosova Savaşı'na dayandığını, kimileri çok daha öncelerde de kullanıldığını savunmaktadır. Bunun nedeni Türk bayrağında yer alan ay ve yıldızın Türk ve İslam tarihinde öncelerde de sık sık kullanılmış olmasıdır. Ancak bugün kullandığımız Türk bayrağına en yakın bayrağın 1. Kosova Savaşı sonrası kullanılmaya başlandığını söyleyelim.
1. Kosova Savaşı 1389 yılında Osmanlı Devleti ve birkaç Türk beyliği ile Sırbistan komutasındaki Balkan ittifakı arasında yapılmıştır. Savaş Osmanlı Devleti'nin zaferi ile sonuçlanmış ancak binlerce insan bu savaşta hayatını kaybetmiştir. Rivayete göre savaş sonrası yerde biriken kan birikintileri üzerine yansıyan ay ve yıldız o gün Türk bayrağının ilk tohumları olmuş. Bu rivayetin yanı sıra birkaç farklı kaynakça iddia edilene göre savaşın olduğu gün yani 28 Temmuz 1389 günü bir gökyüzü olayı gerçekleşerek Jüpiter ve Ay aynı hizaya gelmiş. Bu nedenle aşağıdaki görselde de görülebileceği gibi yansıma Türk bayrağını oluşturmuş.
Bilgiler ne kadar doğru bilinmez ama bu savaş sonrası Türk bayrağının kullanımı Osmanlı Devleti'nde 18. yüzyılı yani 3. Selim zamanını bulmuştur. Bayrağın doğuşu için aradan geçen yaklaşık 400 yıl ise Kosova Savaşı hakkındaki rivayetin doğruluğunu sorgulamamıza sebep oluyor. Elimizdeki net bulgularla Türk bayrağının tarihine bakacak olursak, Türk bayrağı bugünkü haline en yakın şekliyle ilk defa 18. yüzyılda 3. Selim tarafından kullanılmıştır. Bugünkü şekline benzer şekildeki ilk kullanımı aşağıdaki gibidir;
|
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ
TARİHÇE
çeşitli yabancı kavimler, milletler ve devletler üzerinde hâkimiyet sağlamışlardır. Bozkır yaşantısının hareketli ve güçlü olmayı gerektiren zorlu şartları, Türkleri dayanıklı ve mücadeleci bir millet hâline getirirken güçlü ve iyi teşkilatlanmış ordular kurmalarında da önemli bir etken olmuştur.
Türklerde ordu her zaman devletin en temel teşkilatlarından biri olmuş ve önemini daima korumuştur. Disiplin, teşkilat, eğitim ve silah yönünden mükemmeliyet Türk ordularının ortak özellikleri olmuştur. Bu yapısı sayesinde pek çok savaş kazanan Türkler, 1071 Malazgirt Zaferi’yle Anadolu’ya kesin olarak yerleşmişler ve kısa süre sonra Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurarak Anadolu’yu kendilerine vatan yapmışlardır. Sonraki on yıl içinde öncü Türk beylerinin Ege ve Marmara Denizi kıyılarına ulaşmalarıyla Türkler için denizcilik alanında da yeni bir sayfa açılmıştır. Türkleri açık denizlerle tanıştıran ilk öncü kişi Çaka Bey olmuş ve ilk Türk donanması onun zamanında (1081) denize indirilmiştir. Alanya ve Sinop Tersanelerinde inşa edilen gemilerle Selçuklu donanması denizaşırı seferler yapabilecek güce ve kabiliyete ulaşmıştır.
Selçuklu askerî teşkilatını kendine miras alan ve Anadolu’da kurulan en güçlü Türk devleti olan Osmanlı Devleti ise bu mirasa ilave olarak kuruluşundan itibaren ordusunda yeni düzenlemeler yapmıştır. Bu düzenlemeler çerçevesinde; Orhan Bey zamanında, yaya ve atlı olmak üzere düzenli ve daimî ordu teşkilatı kurulmuştur. İznik Kuşatması (1327) esnasında deniz gücüne ihtiyaç duyulmuş ve bu ihtiyaç Karesi Beyliği’nden gönderilen Karamürsel Bey komutasındaki 24 gemilik bir filo ile karşılanmıştır. Ordunun ihtiyaç duyduğu gemilerin yapımı için aynı yıl Karamürsel’de bir tersane inşa ettirilmiştir.
I. Murat döneminde de ordudaki gelişim devam etmiş, çoğunluğu tımarlı sipahilerce oluşturulan ve Osmanlı ordusunun asıl savaş gücünü teşkil eden Eyalet Kuvvetlerinin yanı sıra yaya ve atlı birliklerinden teşkil edilen Kapıkulu Ocakları kurulmuştur. Böylece Osmanlı ordusu Kapıkulu Ocakları ve Eyalet Kuvvetleri isimleriyle aylıklı ve topraklı olmak üzere iki büyük sınıfa ayrılmıştır. Ordu yapısını bu dönemde güçlendiren Osmanlı Devleti Ege Denizi ve Karadeniz mihverine sahip olmak maksadıyla İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde Venediklilerle rekabete girişmiş ve bu durum daha büyük harp gemilerinin yapılmasına yol açmıştır.
Gerek kara gerekse deniz kuvvetlerindeki bu ilerlemeler, harp araç-gereç imalatında da yenilikleri gerektirmiştir. Bu amaçla kuruluş döneminin sonlarına doğru ok, yay, kılıç, tüfek, balta, barut, kurşun, zırh, miğfer vb. savaş malzemeleri yapmak veya tedarik etmek üzere Cebeci Ocağı; top dökmek üzere Topçu Ocağı; havan topu, mayın ve bomba yapmak üzere ise Humbaracı Ocağı kurulmuştur.
Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde başta Gelibolu Tersanesi olmak üzere büyük bir gemi inşa faaliyetine girişilmesiyle Osmanlı Devleti’nin ilk stratejik amaçlı donanması kurulmuştur. Bu donanma İstanbul’un fethinde büyük rol oynamıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Barbaros Hayrettin Paşa’nın Kaptan Paşalık makamına getirilmesiyle Osmanlı donanması en büyük gücüne ulaşmış ve 27 Eylül 1538’de kazanılan Preveze Deniz Zaferi’yle Akdeniz bir Türk gölü hâline gelmiştir.
18’inci yüzyıldan itibaren Türk askerî teşkilatında ve eğitim kurumlarında önemli yenilikler yapılmıştır. III. Selim döneminde günümüz modern Türk ordusunun ilk çekirdeği olan Nizâm-ı Cedid Ordusu kurulmuştur. Daha sonra Sekbân-ı Cedid Ocağı, Eşkinci Ocağı kurulmuş ve 1826 yılında Yeniçeri teşkilatının kaldırılmasıyla Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye adıyla Avrupa usulünde kurulan askerî teşkilat bu alanda en önemli yeniliklerden olmuştur.
Eğitim kurumları açısından yapılan yeniliklerin başında Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn (1773) ve Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn (1794) gelmektedir. Ordunun kurmay subay, subay ve astsubay ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan Mekteb-i Harbiye, Erkân-ı Harbiye Mektebi, askerî rüştiyeler, küçük zabitan iptidai mektepleri, küçük zabitan mektepleri ve askerî idadiler de bu yenilikler arasında yer almaktadır.
Kara ordusunda bu gibi yenilikler yapılırken askerî denizcilik konusunda da önemli yeniliklerin yapıldığı görülmektedir. Özellikle Kırım Harbi (1853-1856) sonrası harp gemileri teknolojisindeki yenilikler dikkat çekicidir. Pervanenin icadıyla birlikte buharlı makinelerin harp gemilerine de uygulanmaya başlanması, harp gemilerinin sacdan ve demirden inşası yoluna gidilmesi, kuyruktan dolma toplar icat edilerek ağızdan dolma topların terk edilmesi örnek olarak zikredilebilir. Askerî denizcilik teşkilatındaki önemli bir yenilik de 17 Mart 1867’de kurulan Bahriye Nezareti makamının Kaptan Paşalık Müessesesinin yerini almasıdır.
Türk ordusunda kara ve deniz kuvvetlerine ilaveten 1909 yılından itibaren askerî havacılık alanıyla da ilgilenilmeye başlanılmış; bu kapsamda, ülkede ilk uçak gösterileri gerçekleşmiş ve havacılıkla ilgili ilk raporlar yazılmıştır. 1 Haziran 1911’de Harbiye Nezareti Kıtaat-ı Fenniye ve Mevâki-i Müstahkem Müfettişliğinin 2’nci Şubesinde Kurmay Yarbay Süreyya Bey başkanlığında oluşturulan “Tayyare Komisyonu” Türk askerî havacılığının ilk resmî kuruluşu olmuştur. Türk hava birlikleri Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda sınırlı imkânlara rağmen başarıyla görev yapmıştır.
Hava Kuvvetlerinin kuruluşundan kısa bir süre sonra gerçekleşen Birinci Dünya Savaşı’nda Türk ordusu sahip olduğu askerlik anlayışıyla kara, deniz ve hava güçleriyle farklı cephelerde savaşmıştır. Dünya tarihi, Türk askerinin ve Türk milletinin asırlar öncesinden bir miras gibi akıp gelen cesaret ve kahramanlığının Mustafa Kemal’in askerî dehası ve komuta yeteneği ile birleştiğinde Çanakkale’yi nasıl geçilemez bir hâle getirdiğine tanıklık etmiştir.
Memleketini en buhranlı ve güç anlarda felaketlerden kurtaran kahraman Türk ordusu, Türk İstiklal Harbi’nde de varını yoğunu seferber eden asil ve fedakâr Türk milletiyle beraber Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde büyük zaferlere imza atmıştır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır.” direktifiyle kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi’nin ardından Büyük Taarruz’la Türk milletinin bağımsız ve egemen bir ulus olarak varlığını sürdürmesi sağlanmıştır.Böylece memleketin iç ve dış güvenliğinin korunmasında güçlü ordunun ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılmış, bu nedenle Cumhuriyet Dönemi’nin önceliklerinin başında orduda yapılacak yeni düzenlemeler yer almıştır. 1923 yılından itibaren üç ordu müfettişliği şeklinde yeniden teşkilatlanan Kara Kuvvetlerinin, ağır ve hafif makineli tüfekler, havanlar, tanksavar silahları ve modern toplarla teçhiz edilmesiyle güçlü bir ordu kurma yolunda ilk adımlar atılmıştır.
İlk teşkilatı 1920 yılında “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti” adıyla kurulan ve İcra Vekilleri Heyetine (Bakanlar Kurulu) bağlı olan teşkilat, 03 Mart 1924 tarihli kanunla “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti” adını almış ve bakanlık statüsü kaldırılarak ayrı ve bağımsız bir yapıya kavuşturulmuştur. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti 29 Ekim 1931 tarihinde, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK’ün açılışını yaptığı yeni binasına taşınmış (bugünkü Genelkurmay binası), 1935 yılında Türk ordusundaki rütbe isimlerinin yeni Türkçe karşılıklarının kullanılmasına başlanmasıyla “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti”nin adı “Genelkurmay Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir.
Emniyet ve asayiş hizmetlerini yürütmek üzere 14 Haziran 1839 tarihinde kurulduğu kabul edilen Jandarma Teşkilatı, 10 Haziran 1930 tarihinde yayımlanan 1706 sayılı kanunla bugünkü hukuki statüsüne kavuşmuştur. Jandarma Genel Komutanlığı 27 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanan 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile İçişleri Bakanlığına bağlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde orduda yeni düzenlemeye gidilmiş ve Kara Kuvvetlerindeki ordu müfettişlikleri, ordu komutanlıklarına dönüştürülmüştür. Böylece Kara Kuvvetleri üç ordudan teşkil edilmiş ve ordunun mevcudu en yüksek seviyeye çıkarılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 23 Ocak 1944 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığının kurulmasıyla hava birlikleri tek komuta altında toplanmıştır. Kara Müsteşarlığı 01 Temmuz 1949’da Kara Kuvvetleri Komutanlığına, Deniz Müsteşarlığı ise 15 Ağustos 1949’da Deniz Kuvvetleri Komutanlığına dönüştürülmüştür.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 27 Haziran 1950 tarihinde Güney Kore’ye yardım konusunda yaptığı çağrıya olumlu cevap veren Türkiye, dünya barışına katkı sağlamak adına Kore Savaşı’na bir tugay göndermiştir. Türk kuvvetleri, Kore’ye ayak bastıkları andan Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasına kadar (27 Temmuz 1953), muharebenin en can alıcı bölgelerinde görevlendirilmiştir. Türk kuvvetleri her zaman olduğu gibi bu savaşta da “Yurtta barış, dünyada barış.” ideali uğruna fedakârca mücadele etmiştir. Bu durum, Türkiye-Güney Kore arasında var olan dostane ilişkilerin “kan kardeşliği” adı altında daha da güçlü bir şekilde devam etmesine vesile olmuştur.
Kore’de muharebeler devam ederken Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı 1951 yılından itibaren jet uçaklarıyla teçhiz edilmeye başlanmış, aynı yıl üs ve filo kuruluşuna geçilerek Balıkesir’deki 9’uncu Ana Jet Üs Komutanlığı Türk Hava Kuvvetlerinin ilk jet üssü olmuştur.
Türk ordusu Kore’den sonraki en büyük sınavını, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda vermiştir. Türk ordusunun ilk müşterek harekâtı olan bu harekâtta, hava kuvvetlerinin desteğiyle deniz kuvvetleri ilk kuvvet aktarımını ve çıkarma harekâtını başarıyla gerçekleştirmiştir. Harekâttan sonra Kıbrıs’ta kolordu seviyesinde “Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı”nın nüvesi oluşturulmuştur. Bu harekâttan alınan dersler çerçevesinde 1975 yılında Ege kıyılarının savunulması maksadıyla Ege Ordu Komutanlığı teşkil edilmiştir. Türkiye'nin jeo-stratejik konumu, kıyıların uzunluğu, yeni ve profesyonel bir Sahil Güvenlik Komutanlığına olan ihtiyacı ortaya çıkartmıştır. Diğer taraftan, bazı Bakanlıkların karasuları ve deniz ile ilgili hizmetlerinde, kanunlarla çıkarılan çeşitli yasakları uygulayacak yeterli güvenlik güçlerinin bulunmaması da göz önünde bulundurularak, 9 Temmuz 1982 tarihinde Sahil Güvenlik Komutanlığı kurulmuş, 27 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanan 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile İçişleri Bakanlığına bağlanmıştır.
1980’li yılların sonunda yeniden yapılanma sürecine giren Türk Silahlı Kuvvetleri; barış zamanında Türkiye’nin millî çıkarlarının korunmasına katkıda bulunmanın yanı sıra özellikle sınır tanımayan terörizm, siber saldırı ve kıtalar arası balistik füze tehdidi gibi risk faktörleri karşısında ülke güvenliğinin sağlanmasında, coğrafi sınırlara bağlı olmayan stratejik güvenlik anlayışının bir gereği olarak çeşitli ülkelerle askerî eğitim ve iş birliği anlaşmalarının imzalamasının yanı sıra askerî yardım faaliyetlerinde bulunmakta, komşuları ve bölge ülkeleriyle güven ve güvenlik artırıcı önlemler ve uluslararası silahların kontrolü rejimlerine taraf olmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri hem dünya barışına katkıda bulunmak hem de bölgesel ve uluslararası güvenliği sağlamak maksadıyla Somali, Bosna - Hersek, Kosova, Afganistan, Lübnan gibi birçok ülkede barışı destekleme harekâtlarına çok önemli katkılar sağlamış ve sağlamaya da devam etmektedir. Ayrıca, ikili ilişkiler kapsamında Somali, Katar ve Arnavutluk gibi ülkelerde de görev yapmaktadır.
Bugün gelinen noktada Türk ordusu, sahip olduğu teknoloji, bilgi ve eğitim üstünlüğü, azami ölçüde millî harp sanayisine dayanan silah gücü, terörle mücadele ve sınır ötesi harekât kabiliyeti ile her türlü hava koşulunda harekât icra etmektedir. Ayrıca, dünyanın en hassas noktalarında NATO bayrağı altında olağanüstü bir disiplin ve güçle görev yapma yeteneği sayesinde dünyanın en güçlü orduları arasında elde etmiş olduğu haklı ve mümtaz yerini daha da pekiştirmektedir.Cumhuriyetimizin Kurucusu, Ebedî Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Türk ordusuna yayımladığı tarihî mesajında şöyle seslenmiştir:
Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu! Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen Cumhuriyet'in bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtalarıyla mücehhez olduğun hâlde, vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.
Türk Silahlı Kuvvetleri bu anlayış çerçevesinde asil Türk milletinin sevgi ve güveninden aldığı güçle kendisine verilecek her türlü görevi tarihî bir sorumluluk bilinciyle geçmişte olduğu gibi gelecekte de icra etme azim ve kararlılığındadır
TARİHSEL SÜREÇTE BAYRAK VE SANCAKLARIMIZ
Türk tarihinde devleti, hânedanı, milletin bağımsızlığını temsil eden bayraklar ve sancaklar kesinlikle kutsal sayılmaktaydı. Bu önemli değerler Türk milletinin en önemli kutsallarıydı. Bu kutsal değerleri, yere düşürmemek, toprağına kasteden düşmana bırakmamak, onların manevî haysiyetine dokunacak ağır durumlara sokmamak için ölüm dâhil her türlü fedakârlık göze alınırdı. Bayrak ve sancağa hakaret en büyük saygısızlık olarak addedilirdi. O nedenledir ki bayraklar en yüksek yerlerde dalgalandırılıyordu. Çünkü bayraklar, bir milletin varlığının ve bağımsızlığının sembolüdür; bu yüzden atlas veya ipek gibi değerli kumaşlardan yapılmakla değil, taşıdığı mânâ ile değer kazanır. Bu son derece önemli hissî ve millî yaklaşımı Kemal Atatürk’ün hayatında da gözlemlemekteyiz. Şöyle ki İşgalci emperyalist devletler ve onların Anadolu’daki yeni siyasî aktörleri olan Yunan kuvvetlerince hiçbir resmî ve hukukî gerekçe göstermeden, 15 Mayıs 1919’da İzmir ve çevresini işgal ve istilâ ettikleri bir zaman zarfında İzmir Konak Meydanı’nda bulunan Türk resmî dairelerine el koyduklarında; orada bulunan Türk bayraklarını çiğnemişler ve içeriye öyle girmişlerdi. Oysa ki yıllar sonra Atatürk nezdinde Türk milleti böyle davranmamıştır. 9 Eylül 1922 tarihinde Türk Orduları’nın Başkomutanı Gazi M. Kemal Paşa İzmir ve çevresini işgalden arındırıp, buraları yeniden Türk milletinin kazandırdığı zaman; Kurtuluşun sembolü olarak İzmir-Konak’ta bulunan bu resmî devlet dairesine girmeye hazırlandığı bir esnada ayaklarının altına serilen bir Yunan bayrağını görünce aynen: “Bayrak bir milletin bağımsızlık alametidir. Düşmanın da olsa ona hürmet etmek lazımdır.79 ” demiş ve yerde serili olan Yunan Bayrağı’nın kaldırılmasını emretmişti. Özetle bayrak ve sancak sevgisi – bilinci, toplumların millî kimlik ve kültür değerlerini tanıyıp, bilmeleriyle ile ilgili bir durumdur. Sonsuza dek Türk milleti ve devleti ile hep var olan, gelecekte de var olacak olan; en büyük iftihar kaynağımız Ay-yıldızlı bayrağımızı ve sancağımızı sık sık eserlerinde işleyen bir başka vatan şairimiz Arif Nihat Asya, bu konuda duygu ve düşüncelerini “Kökler ve Dallar” adlı eserinde muhteşem bir coşku ve çok çarpıcı ifadelerle şöyle dile getirmektedir;80“Konaksız, saraysız, evsiz, yuvasız, köysüz kalabilirim, / Her şeysiz kalabilirim, her şeysiz olabilirim. Sevdiklerim gidebilir, sevenlerim ihanet edebilir, / Bayraksız olamam, bayraksız olamam!” MEHMET ENES SOYSAL ARAŞTIRMASI
|
|
| Ekleyen: Ercan ÇELİK | Ekleme Tarihi: 28.4.2019 | İzlenme: 1794 | Yazdır:Yazdır | |
|
Bu Konuda En Çok Okunan Yazılar | | | TÜRKLERİN KURDUĞU DEVLETLER Türklerin kurduğu Devletler: 1 - Türkiye 2 - Azerbaycan 3 - Türkmenistan 4 - Özbekistan 5 - Kazakistan 6 - Kırgızistan 7 - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti | Ercan ÇELİK [ 2.3.2019 ] Devamı | | | ALLAHIM, DEVLETİMİZİ, EBED MÜDDET DAİM EYLE ADALETLE KAİM EYLE, İYİ NİYETLİLERLE HAKİM EYLE, HER GELECEK YILDA DAHA MÜREHFEH, BİRLİKTE, DİRLİKTE GÜÇLÜ DEVLET, MUTLU MİLLET EYLE, ALLAHIM! GEÇMİŞTE YAŞADIĞIM SIKINTILARA GÖSTERDİĞİM TAVRIMI, GELECEK SENELERDE | Ercan ÇELİK [ 22.5.2018 ] Devamı | | | BADILLI AŞİRETİ BADILLI AŞİRETİ: TÜM TÜRKİYEYEDEKİ, ANADOLUDAKİ, VE GÜMÜSHANE / KELKİT / ŞİRAN VE ERZİNCAN / REFAHİYE BÖLGESINDEKİ BADILI BELDELERİ, KÖYLERİ, NEREDEN VE NASIL GELİŞLERİ | Ercan ÇELİK [ 4.1.2019 ] Devamı | |
|
|
CEVİZİN İNSANAveİNSANLIĞA FAYDALARI
|