PEYGAMBER EFENDİMİZ MUHAMMED MUSTAFA, HALİFE MUAVİYE Ve SALTANAT
Resûlullah’ın peygamberliğini ilân etmesinden sonra, Müşriklerin (Kendine başka ilah seçip onlardan medet uman, kendi yaptıkları putlara tapan, secde edenlerin) Kureyş’in diğer ileri gelenleriyle birlikte İslâm’a cephe alanların Peygamberimiz ve Sahibelerle yaptığı Ebucehilin ve birçok küffarın öldürüldüğü Müşriklerin kayıp ettiği Bedir Savaşı ve ardından, savaşı kaybeden Ebû Süfyân ile karısı Hind bint Utbe intikam yemini yaparak geri çekilmişlerdir. Müşrikler Uhud Savaşında üstlendiği Başkomutanlığı görevini yerine getiren Ebû Süfyân liderliğini şehrin fethine kadar sürdürmüştür.
Muaviye; Ebu Süfyan ve Hind bint Utbe nin oğludur. Babasının gözetiminde bir şehzade gibi büyümüş, onunla birlikte fetih sırasında müslüman olmuştur. Muâviye, Hz. Osman’ın ardından Medine’de halife seçilen Hz. Ali’ye, Hz. Osman’ın öldürülmesi konusunda ilgisiz kaldığını ve suç ortağı olduğu isyancıları ordusunda barındırdığını ileri sürerek biat etmemiş, Onunla savaşmıştır.
Halife Hz. Ali nin Harici biri tarafından Şehit edilmesinden sonra, Halife Seçilen Hz. Hasan ile savaşan Muaviye, kılıç zoruyla Halifeliği almış, Peygamberimizden önce var olan ilkel arap gelenekleri Şirk Halifeliğini, Saltanatı, babadan oğula halifeliği, Haremleri, müslümanlar arası savaşı meşru hale getirip siyasi islamın temellerini geliştirmişlerdir. Müslümanın müslümanla savaşamaz kardeştir.
Emevi ve Abbasi halifeliği zamanında Müslümanlık öncesi ilkel Arap kabilelerinin gelenekleri Kur’an a uygun olmayan hatta aykırı olan uydurma hadisler, ortaya çıkarmışlardır.
PEYGAMBERİMİZİN YERİNE VEKALET ATANMASIYLA İLGİLİ VAHİY İNMEMİŞTİ.
İslâm tarihinde Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir’e biat edilmesiyle başlayan, daha sonra Hz. Ömer ve Osman’ın hilâfetleriyle sürüp Hz. Ali ile sona eren döneme Hulefâ-yi Râşidîn devri denilir. Hulefâ halîfe kelimesinin, râşidîn ise “doğru yolda olan, doğruya ve hakka sımsıkı sarılan, kemale ermiş” anlamındaki râşid kelimesinin çoğuludur
Halife devletin başıdır ve Medine’de bulunan müslümanlar tarafından tespit ve tayin edilmiş, daha sonra da diğer vilâyetlerde bulunan müslümanların biatı alınmıştır. ,
Hiçbir halife, ölümünden sonra yerine geçecek halifeyi belirlerken kendi ailesinden birini düşünmemiştir.
Hicaz bölgesinde bir devlet geleneğine sahip olmayan ilk müslüman Araplar’ın, bütün dünyada eski çağlardan beri uygulanan verasete dayalı aile iktidarı düzenine ilgi göstermemeleri dikkat edilmesi gereken önemli bir gelişmedir.
Bu dönemde halifenin namazda imamlık yapmak gibi dinî hizmetleri yürütmesine dayanarak devletin teokratik bir anlayışta olduğu söylenemez.
İktidarını doğrudan Allah’tan aldığını, böylece yeryüzünde Allah’ın temsilcisi durumunda bulunduğunu iddia eden bir hükümdar veya din adamı anlayışı Hulefâ-yi Râşidîn döneminde hiçbir zaman görülmemiştir.
Bu dönemde halifeler iktidarın kaynağının müslümanlar yani ümmet olduğunu kabul etmişlerdir.
Ayrıca bu halifelerden hiçbiri insanların günahlarını bağışlamak, onları takdis etmek, dinden ihraç etmek veya cennete göndermek gibi mânevî sultalarının bulunduğunu da söylememiştir. Hz. Peygamber’in halifesi sıfatıyla iş gören, devletin ve ümmetin menfaatleriyle şahsî menfaatlerini birbirinden ayırabilen idealist insanlardı
Hz. Peygamber, aynı zamanda devlet başkanı olduğu halde eski ve çağdaşı hükümdarlar gibi saltanat sürmemiş, son derece mütevazi bir hayat yaşamıştır.
|